Çölün ortasında kurulmuş İran’ın kadim kenti Yezd’de ne rüzgâr başına buyruk, ne su, ne evler, ne de insanlar… Çetin koşulların hüküm sürdüğü bölgede yüzyıllar önce kurulan sürdürülebilir yaşam sistemi, doğayla nasıl uyum sağlanabileceğini günümüz insanına fısıldıyor…

Hangi çölün sesi kulaklarında bir fısıltıdır; fark ettirmeden çağırır seni? Daha fazla merak istersin gitmek için! Sonra bir an gelir, duramazsın, yola düşersin. Ne zaman varırsın çöle, merakını da bırakırsın, kendine doğru bir katre yürümüş olursun ve tekrar hatırlarsın Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu: “Yalnızlığın kadarsın, yalnızlığın mis kokmalı!” …..Yanan bir tütsünün dansı gibi izlersin çölün mutlak sessizliğini, gecenin savrulan karasını. Ya ondan korkarsın, geri gider adımların ya da koşarsın ona doğru çeker seni içine, içersin yıldızların göz kırpmasını, büyülenmişçesine. Bu eşsiz manzaranın kokusu üstünde, çöl kokarsın buram buram, işte o zaman çölün anlatıcısı senin sesinde canlanır. Bir durak bulur kendine, bir varmış bir yokmuş ile başlar masalına. Ve Yezd açılır önüne…

 

 

Şehre kıt kanaat gelen su, ince hesaplar gerektiren bir planlamayla korunup “eşit” şekilde dağıtılıyor halka… Ne kışın ne de yazın susuz kalmıyor kimse. Kentin ortasından geçen nehrin sağına soluna dikilmiş selvi ağaçları yumuşatıyor bu sert kentin iklimini. Kimi zaman cılız da esse, rüzgâr başına buyruk değil burada.

Mühendislerin kurduğu sistemle kulelere hapsoluyor. Hortum misali rüzgârı içine çeken yapılar, içerideki sıcak havayı da dışarıya postalıyor. Tıkır tıkır işleyen, asla bozulmayan bir sistem bu. Üstelik elektriğe olan bağımlılık oranı da “sıfır”. Çevre ile insanlığın uyumunun ne demek olduğunu lafla değil, icraatla anlatan bu şehirde güvercinlerin gübresi bile onların barınması için özel olarak inşa edilen evlerden toplanıp tarımda kullanılıyor.

Gerek altyapının gerekse üstyapının estetik bir zevkle buluştuğu bu şehir, tahmin ettiğiniz gibi “Batılı” bir kent değil… Tam tersine; Doğulu. Bahsettiğimiz sürdürülebilir ve permakültürel yapı da yeni oluşturulmamış; yüzyıllar öncesine dayanıyor. Sizi daha fazla meraklandırmayalım. İran’ın kadim kenti Yezd’deyiz…

Unesco tarafından “Dünya Mirası” listesine alınan Yezd, Lut Çölü ve Büyük Tuz Çölü’nün kesişme noktasındaki vahaya kurulmuş kadim bir kent. Bu şehri öne çıkaran pek çok unsur var: Zerdüştlüğün kutsal merkezlerinden biri olması, eski İpek Yolu’nun kesiştiği yerde bulunması, zengin kültürü ve insan mozaiği, çöl koşullarının hüküm sürdüğü coğrafi yapısı… Bunlar üzerine pek çok şey yazılabilir. Ancak bizim bu yazıda üzerinde duracağımız konu, yüzyıllar öncesinden günümüze kadar gelen ekolojik yaşamın izleri… Yer çekim kuvvetini, rüzgârın hareketini, güneşin ısısını kullanarak ve ana malzeme olarak toprağı merkeze alarak zor doğa koşullarında sürdürülebilir bir yaşamın nasıl kurulduğuna şahitlik edeceğiz.

Su “Kanat”lanıyor

Önce “Su Müzesi”nden başlayalım… Kente yakın konumda bulunan Kaşhan’da konak mimarisine benzeyen bu ev sonradan müzeye dönüştürülmüş. Müzeyi gezdiğinizde insanların toprak seviyesinin 15-20 metre altında yaşamış olduğunu anlıyorsunuz. Çöl ortasında, rüzgârın dörtnala koştuğu bir ortamda yeşil bir vaha yaratmak için yapılar da yerel iklime göre tasarlanmış. Yeraltında sohbet odaları, bulaşık ve çamaşır yıkama odaları bulunuyor. Her bir odanın ortasına küçük havuzcuklar yerleştirilmiş. Eski evlerin çoğunda olduğu gibi burada da zeminden geçen su kanalları var. Bunlar “Kanat” denilen sistemlerle suyu evlere taşıyor…

Kanat kelimesi, ilk duyduğumda uzun ve güçlü kanatlarıyla su yüklü bulut taşıyan dev kuşları hatırlatmıştı bana. Susuzluk çeken insanların yıllarca süren yağmur duasına koşan öbek öbek kuşların dünyanın öteki ucundan getirdikleri suları aşağıya boca etmesiyle halkın o andaki sevinci bir imge olarak belirmişti gözümde. Ama bu kanatlar başka elbette. Bu sistemi oluşturmak, o dönemde zahmetli bir beden gücü ve ciddi bir mekanik bilgi gerektiriyordu. Çölde, kilometrelerce uzaklıktaki kaynaklardan suyu şehre taşımak için yeraltından kanallar açmak, hem dikey olarak ve hem de yatay olarak toprağı kazmak, dik eğimli arazilerden geçen tünellerde suyun güçlü akışını yumuşatmak için yeraltına yapay şelaleler döşemek ve bu şelalelerde dönen su değirmenleri yerleştirmek kolay olmasa gerek. Yezd ve çevresinde 50 binden fazla kanat olduğu ve bazı kanatların suları 40 kilometreyi aşan kanallarla dağlardan yerleşim merkezlerine taşıdığı biliniyor.

İşte Yezd’deki evler, örümcek ağı gibi bu su kanallarıyla birbirine bağlı. Bu ilişki, topluluğun hayat şeklini de belirlemiş. Mesela, bir ev kendi su kanalından geçen temiz suyla bulaşıklarını yıkarken diğer ev yıkamaya başlamazmış. Nedeni de, kirli su diğer evden geçip gidecek olması. Hal böyle olunca her bir evin bir işi yapmak için belli bir saati ve süresi olurmuş. Su sesinin içinde dalgalanan evlerin taştan yuvarlak köşeli tavanlarla döşeli odalarının ortasında havuzcuklar var. Bu havuzcuklar kanalların üzerine oturtulduğu için daimi bir su akışı var, bu da odaların serin olmasını sağlayan bir unsur.

Ve adalet… Kurulan bu sürdürülebilir yapının güçlü bir sosyal yönü de suyun eşit şekilde dağıtılması. Eski dönemlerde sadece bu işi yapmak için görevli insanlar varmış. Suyun hangi araziden geçeceğini yönlendirenler, zamanı ölçmek için ya su saati kullanır ya da ellerindeki tespihi çevirirlermiş. Tespih kaç kez tam tur döndürüyorlarsa buna göre suyun akış yönünü diğer araziye verirlermiş. Su saatinin mekanizması ise şöyle işliyor. İçi su dolu derin bir kabın içinde yüzen altı delikli bir kap var. Belirlenen zamanın dolması için küçük kabın yavaş yavaş su aldıktan sonra dibe oturması gerekiyor. Bu zaman ölçüsüyle dağıtılan sular hem basit ve hem de yaratıcı bir yöntem olarak göze çarpıyor.

 

Kurak günlerde su ihtiyacını karşılayan, ince ışık hüzmesinin süzüldüğü Buz Evi (solda); suyun herkese adaletli dağıtılmasını sağlamak için icat edilmiş Su Saati (sağda) ve Yezd’in doğal klima sistemi Badgir’ler (alt resim)…

Doğal Klima Sistemi:

Badgir Urfa Harran’daki kümbet evlerin kubbelerine benzeyen taş depolar burada da var. Özellikleri ise bir zamanlar “Buz Evi” olarak kullanılmış olmaları. Buz evlerin bir örneğine Yezd’e yakın bir bölge olan Meybod’da rastladık. Peki, burada nasıl bir sistem kurulmuş, ona değinelim kısaca.

Depoların ortasında büyük bir çukur içinde biriken su, buz evinin dışındaki açık su havuzlarından besleniyor. Kış aylarında gecenin soğuğunda donan su, deponun serinliği sayesinde gündüzleri de muhafaza edilebiliyor. Depo, güneşin ışığını tepe noktasından ince bir ışık hüzmesi olarak aldığı için sabahları çukur içine biraz daha su eklenerek yine gecenin soğuğunda buzlaşan, bu şekilde üst üste biriken ve katman katman donan sular, zamanla bir buzdağı oluşturuyor. Ortamın loş ışığında “bagdir” adı verilen rüzgâr tutucuları sayesinde de içeride hava türbülansı yaratılarak temiz havanın akışı sağlanıyor ve buzdağının oturduğu çukurun dibinde açılmış delikten de eriyen su akıp gidiyor. Bu da suyun dibinde mikropların oluşmasını engelleyen bir unsur.

İşte, çukur içindeki buz belli bir yüksekliğe geldiğinde de küçük parçalar halinde kırılarak evlere taşınır ve bölgedeki insanlar su ihtiyacını yaz bitimine kadar karşılarmış bir zamanlar. Biraz önce kısaca değindiğimiz rüzgâr tutucular, aynı zamanda çöl sıcağının yakıcılığına karşı icat edilmiş doğal klimalar… Rüzgâr anlamına gelen “bad” kelimesiyle, “tutmak” fiilinden türeyen “gir” sözcüğünden oluşturulan badgirler, çölün ortasındaki esintiyi yapının içine alıp havuz içinde bulunan suya çarpıyor. Bu da evlerin serin olmasını sağlayan bir nevi klima sistemi.

Dünyanın en yüksek rüzgâr tutucusu ise yine bu bölgede, halka açık bir park olan Dowlatabad Bahçeleri’nde. Eskiden General Kerim Han Zand’ın kullandığı sarayın bulunduğu bahçede selvilerin gölgesinde uzanan dikdörtgen bir havuz var. Bu havuzun, sarayın içinde bulunan küçük havuzla da bağlantısı bulunuyor. İşte en yüksek badgir de bu havuzun üzerinde yükseliyor. Tam 33 metre. Küçük havuzun işlevi, odaya nem sağlayarak yukarıdan giren sıcak havanın soğumasına yardımcı olmak. Sıcak ve soğuk hava basınçlarının farkı ile içeride hava türbülansı yaratan bagdir sayesinde bina çölün ortasında her daim serin.

İnce Estetik, Hünerli Mühendislik…

Sessizlik kulelerinden Yezd’e panoramik bakıldığında beton binaların şehre yayılmış olduğunu daha açık bir şekilde görebilirsiniz fakat büyük bir alan hâlâ eski evlerin hakimiyeti altında. Biraz harap, biraz terkedilmiş olsalar da çok cazip görünüyorlar. Sarının her tonunun gözleri aldığı bu bölgede kerpiç veya saman, toprak karışımı harçtan oluşan evler yer yer tuğlalarla da örülmüş. Dar sokaklar “abbara” denilen kemerli geçitlerle ve yüksek duvarlarla birbirine labirent gibi bağlı, böylece çölün tozu kolay kolay sokakların içine giremiyor. Evlerin sade görünümü de sizi aldatmasın. İçlerine girildiğinde bambaşka bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Geniş avlular içindeki havuzların, vitrayların ve aynaların yansımalarından oluşan baş döndürücü bir dünya…

Bu evlerin bir başka özelliği de odaların mevsimsel döngüye uygun olarak inşa edilmiş olmaları. En yüksek sıcaklığın 45, en düşük sıcaklığın ise eksi 20 derece olduğu bu bölgede, evlerin odaları kış ve yaz aylarında güneşin geldiği açıya göre konumlandırılmış. Yezd yakınlarındaki Kashan’da bulunan Fin Garden da doğanın sert koşullarına karşı zekice geliştirilmiş sistemlerin göze çarptığı bir yer. 1560’ta tamamlanan bahçe, yine selvilerle kaplı…

Çünkü selvinin Zerdüştler için ayrı bir anlamı var. Yapraklarının daima yeşil olması ölümsüzlüğü sembolize ediyor. Parkın içinde birbirine bağlantılı havuzlar var. Tabanları çini mavisine boyandığı için adeta bir nehrin kollarını anımsatıyorlar. Bu havuzlardaki su akışının hiçbir mekanik pompa kullanılmadan sağlandığını da belirtelim. Bahçede Kashan bölgesinin zengin mimarisini yansıtan, ince oymalı mermerlerle kaplı binalar yer alıyor. Bu tarihi yapılardan birinin önünde bulunan havuz oldukça ilgi çekici.

Tabanında 100’den fazla delik var. Bu deliklerden kimi suyu dışarı püskürtüyor, kimi içeri çekiyor. Bu şekilde doğal bir su hareketi sağlanıyor havuzun yüzeyinde. Söylenen şu ki; havuzun tabanı eskiden altın ile kaplıymış, havuzdaki suyun üstüne güneş düştüğünde İran halısının desenlerini hatırlatan hareketlilik hemen önünde bulunan binanın cephesine aksedermiş. Yüzyıllar öncesinden günümüze gelen ince bir estetik ve hünerli mühendislik karşısında şaşırmamak gerçekten elde değil… Permakültürün ve sürdürülebilir yaşamın ilkeleri, geçmişin izlerinde kendini hemen her yerde gösteriyor Yezd’de. Çetin doğa koşullarının hüküm sürdüğü çöl ortamında yaşayan bölge insanı, çevrenin karakteristik özelliklerini doğayla uyum içinde kullanarak ve üzerine ince bir sanat anlayışını da katarak başarılı mühendislik çalışmaları ortaya çıkarmış. Üstelik yüzyıllar öncesinde kurulan bu sistemler günümüze kadar devam ettirilebilmiş… Enerji verimliliği, mimari ve ekoloji konularına ilgisi olanlar için sadece görülmeye değer değil; aynı zamanda örnek alınması gereken bir yer Yezd…

(*) Bu yazı Ağustos,2014 EkoIq dergisinde yayınlanmıştır.

(**) Video’daki müzik Balmorhea-Remembrance

Çöl, İnsan, Doğa ve Uyum: Yezd – İran

Yazı dolaşımı