Eserlerinde ağaç yontu işlerini kullanan ressam ve heykeltıraş Ayhan Tomak, doğa ile insanın birbirinden ayrı olmadığına vurgu yapıyor. Yaşamı bütüncül görme üzerine paylaşımlarını ağaçların diliyle sanatına aktaran Tomak, ağaç ile ayna tutuyor hepimize…
Yüzyıllar öncesinin masalları ve efsaneleri sürdürülebilir olmayı başarmışlar. Peki, zamanı ve mekanı ortadan kaldıran, insanlığın kültürel hafızasında daima canlı olan bu anlatıların içindeki sihir neydi ki, günümüze kadar gelebildiler? Cevaplardan biri, insana ayna tutacak hikayeleri içlerinde saklamaları olsa gerek. İlginç olan, masallarda zorda kalmış insana yardıma gelen sadece hemcinsi değildir. Ona yardımcı olan bir ağaç, bir kuş, bir taş da olabilmektedir. Dinlediklerimizde, desteğin doğadan gelmesini hiç de garipsemeyiz, çünkü çocukken “ben” ve “doğa” ayrımını yapmayız; hayatın dengesinin bütüncül bir yaşam olduğunu masal bize anlatır. Ancak büyüdüğümüzde bu masalların içinde geçen olaylar, çocukluğumuzun anılarında sıkışıp kalır ve fantastik filmlerin büyülü dünyasında geçenleri bir misafir gibi izleriz. Hele ki, günümüz dünyasında bilinçli olarak bütüncül bir yaşam içinde olduğumuzu ve hatta dokunduğumuz malzeme için “Ağaç mı, değil mi?” diye soracak kadar doğadan uzak kaldığımızı fark edemeyiz. Ancak öyle bir isim var ki, bizlere “İnsan ve doğa ayrı değil” bakış açısıyla ağaçların hikayelerini anlatıyor: Ayhan Tomak… Ressam ve heykeltıraş olan Tomak, aynı zamanda ağaç yontu işlerini de eserlerinde kullanan bir sanatçı… Sürdürülebilir sanat içinde geri dönüşümlü malzeme kullanmak, üretilen eserlerin karbon ayakizini hesaplamak veya tema olarak iklim değişikliği, aşırı tüketim gibi konuları işlemek, akla gelebilecek anahtar sözcükler olsa da Ayhan Tomak, sanatçının hayata bakış açısında öncelikle bir felsefesinin olması gerektiğinden bahsediyor. “Sanatçı hangi vizörden bakıyorsa, o bakışa uygun işleri çıkarıyor” diyor.
Doğanın Dili Bilindiğinde İşbirliği Artar
Sürdürülebilirlik kavramında, şirketlerin vizyonunu belirlemesi önceliklidir. Diyelim fastfood üreten bir işletme, “insanların sağlığına katkı sağlayacak yiyecekler üreteceğiz” kararını alırsa, bu bir vizyondur ve bunu gerçekleştirecek alt hedefler belirlenir. Ne üretileceği, nasıl üretileceği, üretim sürecinde tedarikçilerin kimler olacağı, tamamıyla bu vizyon çerçevesinde değişir. Bu kapsamda bir sanatçının ürettiği eserlerin ve bir ticari işletmenin verdiği hizmetlerin sürdürülebilirlik kavramına yaklaşım ilkelerinde benzerlikler vardır. “Doğa, insandan farklı değildir. İnsan, duyguları ile nasıl tepki veriyorsa, ihtiyaçlarını nasıl dile getiriyorsa doğa da aynı şekilde davranır.” İşte bu bilinç içselleştirilmedikçe, sürdürülebilir bir sanattan veya sürdürülebilir bir hizmetten bahsetmek pek mümkün değildir. Ağaç yontusunda da hangi türden, hangi yaştan ağaçla konuştuğunuzu bilmeniz gerekir. Yaşlı kayının hamuru yumuşaktır; sanki tevazu vardır hislerinde. Halbuki genç kayın yontulmaya öyle kolay izin vermez, serttir. Rüzgarda kalmış ağacın gerginliğini almak gerekir; tıpkı derimize sürdüğümüz krem gibi ağacın yüzeyine bezir yağı sürersek, ipeksi bir dokunuşa kavuşur. Bazen bir ağaç, bir ağaca öykünebilir. Diyelim; bir kavak ağacının yakınlarında birçok meşe ağacı varsa kavak çoğunluğa uyabilir ve onlar gibi oldukça sert olabilir. Ormanda ağacın hayatta kalma rekabeti, insan hayatının inişleri çıkışları gibidir; gökyüzüne güçlü dallarını uzatan ağacı bir sarmaşık sarıp sarmalayıp zaman içinde kurutabilir. Okul bahçesindeki ağacın gövdesine çakılmış çivilerin geriye bıraktıkları izler, o ağacın yara izleridir. Tıpkı insanın derisi gibidir, bakım yapılmazsa yara düzgün kapanmaz, bir işaret bırakır. Bu, ağacın hikayesi olur. Başka bir örnek; yamru yumru büyümüş kökler taşkınlıkla sağa sola genişleyebilir, ağacın kanserli hücreleri olabilir, bu, hikayesi olur. Bir ağacın gövdesinin bir tarafına Karadeniz rüzgarı vurmuştur, lifleri gergindir; diğer tarafı daha yumuşak rüzgarlar almıştır, iki yüzün lifleri aynı değildir. Bu, ağacın hikayesi olur. Sanayi ağacı ile orman ağacının dili farklıdır.
Ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Yaşamak” adlı şiiri akla gelir:
“Kimi eskidiği için yaşar /Kimi yaşadıkça eskir /Ne tohumda keramet, Ne toprakta, Ne de başakta /Marifet yaşamakta”
Endüstriyel ağaçlar, zamanı geldiği vakit kesilir, ama ormanda hür büyüyen ağaçlar yaşadıkça eskir, hikayeler biriktirir. Ağacın nasıl bir yaşam serüveni geçirdiğini anlamak bir inceliktir. Bu incelik, yaşamın birbirine bağlı bütünsel ilişkiler ağı içinde olduğunu idrak edebilen bir anlayış oluşturur ki, doğaya hükmedici değil, doğanın diliyle konuşan bir algıyı şekillendirir. Bu algı da bütünü görme biçimini geliştirir. Çölde buz pisti yapıldığını farz edelim… Maliyetli bir iştir ve bu tercih, çölün doğasına uyum göstermeyen bir çalışmadır; gün olur ki sürpriz bir aksaklıkla bir anda tesis çökebilir. Yerelin özelliklerine uyumlu yaratıcı tasarımlar ise ancak ani değişikliklerde esneklik ve direnç gösterir. Örneğin ağaçlar, Eylül ayında uykuya girerler ve özsuları çekilir, canlı değildirler. Ne zaman Şubat gelir, canlanmaya başlarlar. Yazın en çok su ile doldukları zamandır, işte o zaman ağaçları kesmemek gerekir, canlıdırlar ve damarlarında özsuları olduğu için ağacı istenildiği gibi yontmak da zordur. Yanlış zamanda kesilen ağaçları kurutmak için buharla veya ilaçlarla yıkama gibi birçok maliyetli işlemden geçirmek gerekir. Doğanın dili bilindiği zaman işbirliği artar, gerilim de, maliyet de azalır.
Atölyeler Düzenliyor
Doğanın dilini çok iyi bilen Ayhan Tomak da haftanın bazı günlerinde bir orman köyünde köylülerle beraber ortak bir yaşam geçiriyor ve köylülerin doğa ile iletişimlerini gözlemleyerek sanatına yansıtıyor. Ihlamur, meşe, kayın, kızılağaç, zeytin gibi ağaçları kullanıyor. Ayrıca, ahşap yontusu üzerine atölye çalışmaları düzenliyor. Bu atölyelere bilgisayar programcısı, muhasebeci, avukat, iç mimar gibi çok farklı meslek gruplarından kişiler katılıyor. Katılımcıların ilgi alanına göre ağaçların desen, damar yolları ve dokularını tanıma, ortam ve malzemenin nemi, iç mekan ışık açıları gibi teknik detayları da içine alan konular işleniyor. Tomak’ın çalışmalarının ana hedeflerinden biri, doğanın ritmini ve uyumunu malzemesine geçirmek. Örneğin; Anadolu masallarında geçen “Şahmaran” çalışmasında, ağaç parçaları olarak meşenin, genç kayının ve yaşlı kayının birbirine geçişlerini sağlayarak kıvrımlı bir figür oluşturur ve gövdesindeki kurtçukların bıraktığı izlerden esinlenerek bu izleri devam ettiren yontularla hikayesini tamamlar. Bir başka örnekte; ağaç bir masanın masa kenarları, akışkan ve kıvrımlı bir dalgalanma yapar; lifler ve ağaç parçaları uyum içinde birbirine kaynamıştır. Fonksiyonel tasarım çalışmalarında, ağaç yontusunun estetiği içine yerleştirilen aynalar, duvarda aynanın kendisini de fark ettirir, halbuki normalde aynaya ayna olduğu için bakmayız. “Hayat Ağacı” çalışmalarında ise henüz suyunu atmamış genç ağaçları kullanır ve eser tamamlanmış olsa da nemini atıp bir dengeye gelinceye kadar hareketliliğini sürdürür, simgesel olarak da hayatın canlılık olduğunu ifade eder. Doğa ve bizler; aynı güneşi, aynı toprağı, aynı suyu, aynı havayı soluyoruz, benzer özelliklerimiz var ve kocaman bir ağın ayrılmaz parçalarıyız, birbirimizi etkiliyoruz. Ayhan Tomak da bir sanatçı olarak yaşamı bütüncül görme üzerine paylaşımlarını ağaçların diliyle sanatına aktarıyor ve bizlere ağaç ile ayna tutuyor.
(*) Bu röportaj 1 Mayıs 2015’te EkoIq dergisinde yayınlanmıştır.