“Düşüş- The Fall”

Çağımızın ekolojik, ekonomik, sosyolojik, zihinsel ve psikolojik boyuttaki problemleri artarken dünya canlılarının ( insan, toprak, su, hava, hayvan, bitki, böcek, orman…)  sıkıntıları da genişleyip derinleşiyor. Charles Eisenstein bu gidişat karşısında umut nerede sorgulaması yapıyor, bunun üzerine bir kısa film ortaya koymuş, ismi “Düşüş” – “The Fall’. Bu filmi aslında kendim için yaptım diyor, hediye olarak bize sunuyor.

Merhamet, sevgi, şefkat, vicdan gibi kelimelerin taşıdığı anlamlarla insanın ışık dolu meleksi tarafına bir çağrı yapıyor.

Öncelikle 3 dakikalık bu filmi izlemenizi, sonra kendisinden film hakkındaki aşağıdaki yorumunu okumanızı öneririm.

While the ecological, economic, sociological, mental and psychological problems of our age are increasing, the problems of the living creatures of the world (human, soil, water, air, animal, plant, insect, forest…) are expanding and deepening. Charles Eisenstein is questioning where is the hope in the face of this course of events, and he has created a short film on this, called “The Fall”.  He says that he actually made this film for himself and presents it to us as a gift.

With the meanings of words such as mercy, love, compassion, and conscience, he makes a call to the angelic side of human being full of light.

I suggest you first watch this 3-minute film and then read his commentary about the film below.

The original commentaries in English are at the links at the bottom of this page.

https://www.youtube.com/watch?v=HkxpMX5UF5A

Kısa Filmi Hakkında – Charles Eisenstein’ın Yorumu

Kısa süre önce yayınlanan kısa filmim “The Fall”, Covid döneminde yaşadığım ıstıraptan doğan metafizik bir mesel. Pandemi zamanlarının çılgınlığı, medeni dünyanın yaygın yanlışlığını doruğa çıkardı ve beni sık sık merak ettirdi; “Burada ne halt ediyorum? Beni bu Çılgın Gezegen’e kim bıraktı?”

Bu film bu soruya bir cevap sunuyor.

Pek çok insanı çocuk sahibi olma konusunda isteksiz kılan da aynı duygu. Neden böyle bir dünyaya çocuk getirelim ki?

Bu dünyanın deliliği ve gereksiz cehennem azabı o kadar normalleşti ki ya bunun pek farkında değiliz ya da her şeyini olduğu gibi kabul ediyoruz. İnsan buna uyandığında, öylesine korkunç, öylesine akıl almaz, öylesine tahammül edilemez görünüyor ki başkalarının bunu nasıl bu kadar kolay normal kabul ettiğini anlayamıyor. Sonuç derin bir yabancılaşma hissi.

Son bir ya da iki yıldır, birisi bana dünyanın yanlışlığı ya da deliliğiyle ilgili bir şey söylediğinde, “Cehennemin altıncı ya da yedinci çemberinde işler böyle yürüyor,” demeyi adet edindim. Konu, Nijerya’da genellikle zihinsel engelli genç kızların hapsedildiği, bebek yapmak için defalarca tecavüze uğradığı ve daha sonra insan tacirlerine satıldığı ya da organlarının alınması için parçalandığı “bebek fabrikaları” gibi düpedüz bir dehşet olabilir. Ya da daha sessiz bir yanlışlık olabilir: video ekranlarına bağımlı çocuklar, bazı yerlerde %90 sezaryen oranları, gıda ve toprağın bozulması, modern yapılı çevrenin yaygın çirkinliği, siyasi söylemin sahteliği…. coşkulu yaşamın modernite kutularına hapsedilmesi. Burada işler böyle yürüyor. İki nesil boyunca Amerikalı çocukların “yürüme alanı” üç milden birkaç metreye düştü. Ancak hayatın, köleliğin, cadı yakmanın, ayak bağlamanın ya da halka açık işkencenin olduğu zamanlardan daha kötü olduğunu söyleyemem. Sadece daha iyi olduğunu söylemek zor. Bu nedenle, boynu eğik esprim cehennemin altıncı veya yedinci (hangisi olduğuna karar veremiyorum) çemberi hakkında.

Acının yeri çağlar boyunca değişse de, genişliği veya yoğunluğu çok az değişir. Bununla birlikte, birçoğumuz – ve hatta bir düzeyde hepimiz – değişmez gibi görünen “insanlık durumundan” gerçekten de bir çıkış yolu olduğuna dair gizli bir anlayışa sahibiz. Onu aşmanın bir yolu değil, ne kadar umutsuz görünürse görünsün onu dönüştürmenin bir yolu. Ve dahası, her birimizin bu dönüşümde oynayacağı bir rol vardır.

Filmde, bilge ve aydınlık insanlar, rahatsız edici bir manzarayı, yeryüzünde açılmış bir çukuru seyretmek için çok uzaklardan gelirler. Bu gerçekten de Cehennem Çukuru’dur. El ele tutuşarak çukurun etrafında toplanırlar ve içine bakarlar. Gördükleri şey onları hayal edebileceklerinin ötesinde dehşete düşürür. Doğrudan deneyimledikleri hiçbir şey böyle bir sefaletin var olabileceğini düşündürmemiştir. Onların gördüklerini biz bu dünyadan sahneler olarak tanıyoruz. Çukurun etrafındaki insanlar dayanışma içinde el ele tutuşurlar. Birbirlerine bakarlar. Ne yapmaları gerektiğini anlarlar. Ortak bir anlayışla başlarını sallarlar. Dehşete kapılmış, şok olmuş, ağlamaklı yüz ifadeleri sakin bir amaca dönüşür. Tek bir kişi olarak çukura doğru ilerlerler. Onlar meleklerdir, cehennem çukuruna sevgi, barış ve şifa taşırlar.

Çukura düşerler, birbirlerinin ellerini bırakırlar, terk ettikleri güzel dünyayı bırakırlar, böylece bu dünyaya doğabilirler.

Bu hikâye Düşüş’ün teolojik fikrini yeniden ele alır. Bu, Tanrı’ya isyan ettiğimiz ve bu nedenle göklerden kovulduğumuz anlamına gelmez. Burada ceza olarak, birikmiş günahlarımızdan arınmak için bulunmuyoruz. Kötülüğün evreni ele geçirmesi, dünyada ve ötesinde birbiri ardına diyarları yozlaştırması da değildir. Bizler bir amaç için buradayız ve bir amaç uğruna buradayız.

“Beni Çılgın Gezegen’e kim bıraktı?” sorusunun cevabı “Ben bıraktım.”

Ama burada tam anlamıyla mahsur kalmış sayılmayız. Düşüşe geçmeden önceki yoldaşlarınızın kalıcı dokunuşlarını hâlâ avuçlarınızda hissedebilirsiniz. Zihninizin gözünde, Cehennem’in perdeleri arasından bakabilir ve çukurun kenarında toplanmış, üstlendiğiniz görevi anlayan, bunu başarma yeteneğinize güvenen ve dönüşünüzü bekleyen ışık saçanların daha fazlasını görebilirsiniz.

Cehennemin dönüşümü tüm acı, açlık, şiddet ya da ıstırabın ortadan kalkması anlamına gelmez, tıpkı cehennemin kendisinin – en azından bu çemberinin – zevk, neşe ve güzellikten yoksun olmaması gibi. Cehennem ve Cennet Orta Dünya’yı yaratmak için birbirlerinin içine girerler. Yaratılışın örgüsü muhteşem ve gizemlidir ve benimki gibi bir film bunun hakkını veremez. Bir kıssa olsa da, gerçeği yorumunda değildir, müziğin, görüntülerin, hikayenin örgüsü içindedir. Kelimenin tam anlamıyla ele alırsanız, aramızdan birkaçının cahil kitleleri cehennemden kurtarmak için kurtarıcı olarak burada olduğunu düşünebilirsiniz. Ama öyle değil. Düşmüş melekler, bazı insanlar olarak cisimlenip diğerleri olarak bedenlenmezler. Onlar sadece “olarak” değil, aynı zamanda her birimizin “içinde” tezahür olurlar. İçinizde merhametin düşüşünün bir anısı var. Burada benimle olduğunuz için hepinize teşekkür ederim.

Ek – Charles Eisenstein’ın yorumunun devamı:

Kısa filmim Düşüş’e bir anlam boyutu daha eklemeyi unuttum.

Temsil ettiği seçim, yalnızca yaşamlardan önce yapılan bir seçim değildir. Bu, dünyayla nasıl ilişki kurulacağına dair günden güne, andan ana devam eden bir seçimdir.

Dünyayla ilişki kurmanın (ya da gerçekten ilişki kurmamanın) bir yolu dikkat dağıtıcı şeylerle, eğlenceyle, bağımlılıkla idare edilebilecek geçici konfor alanında kalmaktır. Yine de bunların hiçbiri kalıcı olamaz ve doğaya dalmanın veya sevişmenin en yüce deneyimleri bile kendine has tam sürelerinin ötesine uzatılamaz. Bir noktada, bir çukurun eşiğinde olduğumuzun, hemen altımızda, sadece bir dikkat kayması uzakta, hizmetimizi isteyen bir dünyanın olduğunun farkındalığı artar. Dinlenmek, yeniden şarj olmak, bu hizmeti iyi bir şekilde yerine getirmek için önemlidir, ancak piller dolduğunda, huzursuzluk aramızdaki en tembeli bile ele geçirecektir. Dolayısıyla, dünyadan sürekli olarak koparak onun keyifli bölgelerinde yaşamaya çalışmak beyhude bir seçimdir.

Bir başka yolu da, ağır bir görev ruhuyla, irade gücüyle mücadeleye girme konusundaki isteksizliğin üstesinden gelmek, alt alemlere karşı ince bir hoşnutsuzluk taşımaktır. Bu yaklaşım yanlış bir üstünlük duygusundan kaynaklanır ve genellikle kısmi katılımla sonuçlanır. Kişi bir şekilde uzakta kalır ve eldeki göreve asla tam olarak bağlanmaz.

Film üçüncü bir seçenek sunuyor. Aydınlık varlıklar çukura dalarlar – sonuna kadar. Ve bunu huzur, neşe ve dinginlik içinde yaparlar. Dalarken kendileri için üzülmezler. Görevlerini memnuniyetle yerine getirirler.

İtiraf etmeliyim ki bu filmi aslında sizin için yapmadım. Kendim için yaptım. Çoğu zaman hayattan geri durmuş, çekingen bir şekilde mücadelenin biraz dışında kalmış olan benim. Hayata çoğu zaman neşesizce, çok ağır bir görev duygusuyla katılan benim. Bazen insanları cömert olmayan gözlerle gören, onların da benimle aynı görev için burada oldukları gerçeğine kör olan benim.

Politik bir kampanyanın “kargaşasına” daha derinden girerken, bunu filmdeki insanlar gibi yapmayı umuyorum – tamamen ama bir savaşçı olarak değil, Çukur’un bir yaratığı haline gelmemek için. Benim ve diğerlerinin gerçekte ne için burada olduğumuzun bilincinde sakin kalmama yardımcı olması için bu filmi zaman zaman izleyeceğim. Bu film, bana yardım ettiği gibi, cömert gözlerle görmenize ve tezahür olanı görüp cömert sözlerle konuşmanıza yardım etsin.

Charles Eisenstein Amerikalı halka açık konuşmacı, filozof ve yazardır. Çalışmaları, insan uygarlığı tarihi, ekonomi, maneviyat ve ekoloji hareketi dahil olmak üzere çok çeşitli konuları kapsamaktadır. “Kutsal Ekonomi” adıyla Türkçe’ye çevrilmiş kitabı bulunuyor.

https://charleseisenstein.substack.com/p/interpretations-of-the-fall

https://charleseisenstein.substack.com/p/the-fall-more-interpretation

 

Düşüş – The Fall

Yazı dolaşımı